Yüksek enflasyon ortamında kurumsal hazine stratejileri

Kaan Demirtaş

The Street Finance

Enflasyonist baskıların devam ettiği ve merkez bankalarının sıkı para politikaları uyguladığı bu dönemde, kurumsal hazine yöneticileri likidite yönetimi, döviz risklerinin azaltılması ve sermaye rezervlerinin korunması gibi konularda önemli zorluklarla karşı karşıya. Enflasyon, satın alma gücünü aşındırıyor, borçlanma maliyetlerini artırıyor ve finansal öngörüleri zorlaştırıyor. Bu ortamda, finans liderlerinin istikrarı koruyacak ve nakit akışını verimli kılacak, veri odaklı ve pratik hazine stratejileri benimsemesi büyük önem taşıyor.

Likidite yönetimi: Nakit perspektifini genişletmek
Paranın maliyetinin arttığı bu dönemde, likidite hatalarının bedeli daha da ağırlaşıyor. Bu nedenle hazine ekipleri, geleneksel 90 günlük nakit akış projeksiyonlarının ötesine geçerek senaryoya dayalı tahminleri doğrudan modellerin üzerine inşa ediyor. Monte Carlo veya “what-if” senaryoları gibi araçlar karmaşık olmak zorunda değil. Basit bir üç senaryolu enflasyon tahmini (baz, +3 puan, +6 puan) bile olası finansman açıklarını önceden tespit ederek yedek kredi hatlarının devreye alınmasını ya da işletme sermayesi koşullarının revize edilmesini mümkün kılabiliyor.

TCMB’nin akademik çalışmaları, 2018–2019 döviz şokunu güçlü likidite tamponlarıyla karşılayan şirketlerin, bu tamponlara sahip olmayanlara kıyasla satışlarında %25 oranında daha az düşüş yaşadığını gösteriyor.

Likidite yönetiminde denge kritik: Yüksek tutarda nakdi düşük getirili mevduatlarda tutmak varlık verimliliğini azaltırken, fazla sıkı nakit yönetimi ise yeniden finansman riskini artırabiliyor. Sağlıklı bir yapı, likit bakiyeleri hem anında erişilebilir TL hesaplarında hem de kısa vadeli, değişken faizli tahvillerde dağıtmayı içeriyor. Enflasyona endeksli menkul kıymetler veya emtia bazlı fonlar da değer koruma işlevi görüyor ancak yatırım öncesi bu araçların likiditesi ve fiyat oynaklığı iyi analiz edilmelidir.

Döviz pozisyonu analizinin ötesine geçmek
Gelişmekte olan piyasa para birimlerine özgü yüksek volatilite ortamında, yalnızca döviz giriş-çıkış dengesine güvenmek yetersiz kalabilir. Bu nedenle birçok ihracatçı, doğal hedge stratejilerini vadeli döviz işlemleri ve opsiyon kontratlarıyla destekliyor. Böylece olası olumsuz kur hareketleri sınırlanırken, olumlu senaryolarda kazanç potansiyeli korunmuş oluyor. Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’de türev ürün kullanım oranı 2015–2023 arasında iki katına çıktı. Bu da şirket yönetimlerinin türev ürünleri riskten korunma aracı olarak benimsediğini ortaya koyuyor. Enstrüman seçiminde vade ve kullanım fiyatı belirlenirken, nakit akış öngörüleri gerçekçi bir şekilde değerlendirilmelidir.

Sermaye rezervleri: Reel değeri korumak
Enflasyonun sermaye rezervleri üzerindeki aşındırıcı etkisi, şirketleri kısa vadeli mevduatları basamaklandırmaya ve altın ya da emtia bazlı ETF’lere yönelmeye sevk ediyor. Ancak herhangi bir yeniden yapılandırma öncesinde, opsiyonların vergi sonrası ve likidite sonrası getirileri analiz edilerek getiri ve güvenlik dengesi kurulmalıdır.

Aynı şekilde, yaklaşan borç vadeleri için de erken aksiyon gereklidir. 2020 yılında düşük faizle borçlanan firmalar, bugün çift haneli faiz oranlarıyla yeniden finansman riskiyle karşı karşıya. Bu yükü azaltmak adına, borcun bir kısmının kısa vadeli ve taksitli banka kredilerine kaydırılması, iki mali yıl boyunca etkilerin yayılmasını sağlayabilir.

Faiz stratejisi: Esneklikten vazgeçmemek
+300 ve +600 baz puanlık şok senaryolarıyla yükümlülük planlarının stres testine tabi tutulması, kritik zayıf noktaları hızlıca ortaya çıkarabilir. Uygulamada çoğu firma, sabit ve değişken faizli borçlanmaların karışımından oluşan dengeli bir yapı benimseyerek bu yapıyı çeyrek bazlı gözden geçiriyor. Varlık tarafında ise, portföy komiteleri enflasyona endeksli ürünlerden elde edilen kazanç belirli bir eşiği aştığında kar realizasyonunu tetikleyen önlemler uyguluyor. WSJ CFO Pulse anketi, büyük Türk ihracatçılarının yarısından fazlasının bu kararlarda yapay zekâ destekli analizler kullandığını ve model oluşturma süresini %30 oranında kısalttığını gösteriyor.

Enflasyon muhasebesi ve IAS 29: Uyumdan içgörüye
Yüksek enflasyon dönemlerinde, IAS 29 kapsamında parasal olmayan kalemlerin yeniden değerlemesi gerekmektedir. Şirketler bu süreçte genellikle aylık TÜFE oranlarını ERP sistemlerine entegre ederek başlar. Örneğin, Ocak ayında 10 milyon TL’ye alınan stok, yıl sonunda %10’luk enflasyonla 11 milyon TL’ye yeniden ölçülür; aradaki fark gelir tablosuna satın alma gücü kaybı olarak yansır. Bu sürecin otomasyonu, kapanış süreçlerini hızlandırmakla kalmaz; aynı zamanda reel kârlılık trendlerini görünür kılar. The Street Finance bu dönüşümde yalnızca uyum sağlama değil, stratejik karar desteği sunar.

Sonuç olarak…
Likidite planlarını dinamik tutan, riskten korunma araçlarını çeşitlendiren, sermaye rezervlerini doğru yöneten ve enflasyon muhasebesine sistematik yaklaşan şirketler, hem finansal hem itibari avantaj elde eder. The Street Finance, bu zorlu ekonomik ortamda bağımsız analiz, piyasa bilgisi ve sistem uzmanlığıyla şirketlerin belirsizlikten stratejik avantaj yaratmalarına destek olmaya devam ediyor.

Kaynaklar

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (2016) – Liquidity Management in Turkish Non‑Financial Firms.

Dünya Bankası (2012) – Derivatives & Swap Market Adoption in Turkey.

Financial Times (2025) – Investors turn to TIPS amid rising inflation expectations.

Wall Street Journal (2025) – Finance Executives Seek Stability Amid Erratic Tariff Shifts.

Financial Times (2025) – US companies return to currency options to hedge macro risks.

Dünya Bankası (2023) – Emerging Markets Risk Analysis: Inflation, FX and Liquidity.